25 Eylül 2011 Pazar

Kuldiga-25.09.2011




Evet gec yazdıgımın farkındayım ama benim de işim gücüm var bildiginiz ya da bilmediginiz üzere! :)) neyse bi ufak gezi düşündük arkadaslarla ve Riga'nın batısında bulunan Kuldiga adlı eski zamandan kalma minik kasabaya gitmeye karar verdik.. Otobuse 3-4 lat civari bir para odedik. 3 saatlik yolculuk sonunda oradaydık..


Otobüsten iner inmez karsılastıgım manzara beni şaşkına çevirdi! Gözlerime inanamadım..
Kendimi evimde hissettim! :)

Bu küçük kasabanın merkezi 17. Ve 18 yy. da inşa edilmis. Genelde evler herhangi bir köye gittiginizde görebileceginiz tarzda ahşap yapılar bulunuyor. Sokaklar bomboştu… Hatta cok bos. Burda insan yaşıyor mu ya! Diyorsunuz…  Yemek yemek icin yine de güzel bir yer bulduk ve yemegimizi yedik… Oldukca küçük bir kasaba oldugunda gezmemiz kısa sürdü acıkcası.. 



Turist Bilgi Merkezi-Evler de genelde bu tarzda.



Gitmeden önce duydugum seylerden biri bu minik kasabada, Avrupa'nın en bakınımından en uzun şelalesini bulundurmasıydı.. (tam olarak niteleyemedim belki de bilemiyorum ) Venta Şelalesine gittik! Evet bekledigim gibi gibiydi diyorum. Daha önceden Niagara gibi bir şelale devini görmüş bir insan olarak sanırım çok fazla şey bekledim... Beklentimi karşılamadı ama görmeye degerdi:)





Doga ile baş başa kalmak istiyorsunuz burayi tercih edebilirsiniz. Güzel parkları var, sakin sessiz bir yer. Ayrıca bir diger şehir olan Venstpills'e de yakın. Belki bir tur düzenleyebilirsiniz neden olmasın!!

Merkezden 5 km uzaklıkta bulunan magarlara gitmek istedik. Bu magaraların da ünlü oldugunu duyduk. Acıkcası hayatımda bi kac kere magarada bulundum ve pek sevilecek yerler degillerdi. Hele yarasalarla olan diyalogumu falan sayarsak yok yok ... Hiç bana göre degildi... Merkezden magaralara giden araç bulmanız imkansız gibi bir sey. Hele pazar günü- imkansız. Yemek yemek icin bile cok sayılı mekan varken... Neyse ki bizim şahsi arabamız vardı ve magaraya ulastık... Magaraya giris icin 3 lat ödemeniz gerekiyor. Ayrıca topluca 5 lat rehbere vermeniz lazım, rehber olmadan gezemiyorsunuz... Riežupes Nature Park icinde yer alan Riežupes magaralarına giden yol ilginçti... Sadece yeşillk kendinizi rahatlamıs hissediyorsunuz... Magaraya girerken herkese bir mum veriliyor magara icinde onları kullanıyorsunuz önünüzü görmek icin. Bir ilginc detay ise magaranın sahibi olması... Hayatımda böyle şey duymadım açıkcasi. Bu bir ilk oldu... Magaranın sahibi falan... 
Yıl boyunca yaklasık 8 derece olan magaraların tabanı beyaz, cok guzel-plaj kumu- gibi kumla kaplı, duvarlarda da genelde ovalayınca elinize gelen bu kum, cam yapımı gibi işlemlerde de kullanılabiliyor sanırım... Magaranın icinde belirli noktalarda hatıra köşeleri bulunuyor. Yeni evlenen bazı çiftler buraya gelerek bazı gelenekleri yerine getiriyorlar... Mesela onlara benzer bir kacını biz de yaptık... Dizinin üzerinde çöküp iki bacagının yan yana gecemeyecegi darlıkta olan yerlerden bugune dek yaptıgın her sey icin "özür dileyerek" sürünmek gibi ve daha bir cogu.... Sonunda nefessiz kalıyorsunuz. Belki de bende kapalı alan korkusu basladı o anda... Çünkü gercekten dar labirentlere sahip bir magara. Cıktıgınızda her yeriniz bembeyaz minik minik kumlarla kaplı oluyor ve onlardan arınmak hiç te kolay degil... Eger huzur ve farklı şeyler arıyorsanız mesela köy hayatı, magara, şelale gibi buraya ufak bir gün ayırabilirsiniz..Nehirde balık tutabilirsiniz..



Not: Buradaki otobus işletmeciligi pek iyi degil.. Sehirlerarası otobuse resmen dönüşte ayakta yolcu alındı! 20ye yakın insan 3 saat yolu ayakta gitti:S Otobuslere ilk duraktan binmekte fayda var.. Bol şans!:)







15 Eylül 2011 Perşembe

Kanal Turu

05.09.2011

Bugün okulda resmi olarak ilk günümdü.İlk günden ders işlemeler falan.. Bunlara alısmam gerektigini zaten biliyordum. Hatta ilk gunden verilen ödevler, arastırma yapma gerekliligi, yazılması gereken makaleler... Bunlar hepsi hepsine alısmam gerektigini biliyordum.. Neyse bu kısımı hızlı geceyim ki benim gibi sizin de iciniz kararmasın... Cunku bugun havaa cooook güzel :) 
Son birkac gündür oldugu gibi güzel bir hava var burada. 
Bunu fırsat bilip iki Alman arkadasımla bulustuk, müzeye gitmeyi düsünüyorduk ama aklımıza ufak bir kanal turu geldi. Özgürlük Anıtı'nın yanındaki o tatlı parktan binebileceginiz botlar ya da kiralayabileceginiz deniz bisikletleri,kanomsu şeyler ve tekneler mevcut. Sanırım 20 dakikasi 2Ls gibi bir fiyata deniz(!) bisikleti ya da kayık-tekne kiralayabiliyorsunuz. Biz önce deniz(!) bisikleti aldık. Aldıgımız aracta bir sorun vardı ve acıkcası pek ilerleyemedik..Hatta bi ara ördeklerin bile bizden daha hızlı ilerlediklerini farketmek komediydi. Bunda sorun kesinlikle benim kaptan olmam degildi! :D Dümen benim elimdeydi, enerji iki Alman tarafından saglanıyordu..
Daha sonra tekrar kıyıya yanastık ve bu sefer kayık aldık.. Hayatında hic kürek cekmemis bir insan olma sıfatını hala koruyoruum... Aslında ben de bir el atmak isterdim ama, bana uçta oturup güzel atmosferin tadını cıkarmak ve "nehirin prensesi" ünvanını almak kaldı. :) (bu ünvan icin arkadasıma tesekkur etmeden gecemem.)
Görüntü gercekten cok güzeldiii. Böyle baktıgınız her yerin yeşil oldugunu ve ara sıra güneş ışığına bulandıgını düşünün.. Sadece küreklerin hareketinden kaynaklanan su sesi, arada bir ördek sesi. Hepsi bu..

Eğer ufacık vaktiniz ve enerjiniz varsa bunu kesinlikle denemenizi tavsiye ederim. Bu parkı zaten seviyordum ama bir de böyle onu iyice içinden görmüş gibi hissettim kendimi...
 Havanın güzel olması da bizim şansımız mı ne yoksa yaa:):):)
Buradan ayrılıp müze ziyareti yapmaya karar verdik fakat saat bir müze icin biraz gec olmustu. Bunu farketmek ancak müzenini kapısına gidince mümkün oldu tabii ki..
Biz de müzenin yakınındaki Riga'nın Ortodoks katedraline gittik. İnşası 1876-1883 yılları arasında süren bu katedralin içi gerçekten de güzeldi. Digerlerinde tabii ki de farklıydı. Gittigimizde tam olarak adetlerini bilmiyorum ama ufak bir tören vardı, dualar falan okunuyor, tütsüler mumlar falan.. Bir şeyler vardı. Acıkcası bu tütsünün kokusunu sevmiyorum.. Genel olarak tütsü sevmedigim icin olabilir tabii ama koronun okudugu ilahi ya da dualar gercekten etkileyiciydi. Ahenkliydi, duvarlara carpıp yumusak bir şekilde kulagına geliyordu yani. Gercekten güzeldi gitmenizi tavsiye ederim. 
Bu sehirde cok fazla görülcek yer var... Ah bi tamamlasam hepsini ne güzel olacak.

12 Eylül 2011 Pazartesi

LatviaBeerFest!

04.09.2011

Bugun okuldan önceki son günümdü. Yani benim yazımın son güzel günüydü! Hava da tam yaz havası ama nasıl güzeldi anlatamam. Bunu fırsat bildim attım kendimi sokaklara... Pazar günleri gündüz sokaklar dolu olur genelde turistler, ama hava kötüyse pek de dolu olmaz. Hele de aksamları ıssız.. Tek basınıza pazar günü sokakları doldurmaya calısırsınız. Siz ve sizin gibi merakli turistler...
Ama bugun, harikaydıı. Old Town cevresinde yürüyüs yaptım.. Ve daha önce hic oturmaya gitmedigim Daugava nehri kıyısına gittim... Güneşe karsı ohh mis. Bu güneşli gunleri cok ozleyecegimi biliyordum çünkü! 
Eee bunun farkında olan bir tek ben degildim tabii ki de... Bi sürü insan kendini nehir kenarına atmıs adeta günesleniyorlardı...
Nehir cok güzel olmasa da (suya yakından baktıgınzda cok da güzel degil hani!) böyle günesle, günes gözlüklerinin ardında ve hafif bir esintiyle sizi mutlu etmeye  yetiyordu..

Burdan sonra biraz daha yürüdüm yemek falan yedim ve sonrasında da 3-4 eylül'de gerceklesen Letonya Bira Festivaline gittim. Dün de zaten gitmistim ama bugun biraz erken gidip görmek istedim... Swedish Gate'ın oldugu sokakta ve bir yan sokakta bira ve yiyecek bulabileceginiz yerler mevcuttu. Aynı zamanda performansların sergilendigi bir sahne ve tabii ki de gunduz vaktiyle kör kütük sarhos insanlar... Yerde yatan falan, neyse ki bunlar sadece uyuyan türden. Türkiyedeki gibi aslan kaplan olan degil!
Ee bira festivali guzeldii.. Kalabalıktı güzel bir aktiviteydi.. Birden cok farklı birayı deneme imkanınınz vardı. Ballı bira vardı mesela çok az tattım, ilginçti sanki waffle üzerine dökülecek şurup gibiydi.. Vee daha bir çogu mevcuttu..
Tabii orda arkadaslarımla karsılastım onlarla yemek,sohbet muhabbet.. Ve otele döndüm. Ertesi gün okulun resmi olarak ilk günüydü!

Jurmala sonrası partii!!

02.09.2011

Geziden kalan yorgunlugumuzu biraz atmaya calısıyorduk. Cunku bu aksam okulun düzenleyecegi "hosgeldin" partisi vardı! Acıkcası bu parti hakkında pek bir fikir yürütemiyordum... Gidecegimiz yerin adı "The Club" olunca biraz farklı geldi acıkcası...
Parti 21.30da baslayacaktı ama sözde öyle, burda hic bir parti o saatte baslamaz... Bizim gitmemiz sanırım gece yarısını buldu... İlk girdigimizde kimseyi tanımıyacagımı sadece kendi grubumla takılacagımı dusunmustum.. 
Ama gerek orayntasyon gerekse gezilerde tanıstıgım insaları gördüm ve baya baya tanıdıgımın oldugunu fark ettim. Zaten1 ispanyol grup tanımak=10 insana tekabül eder:D
Mekan güzel sayılırdı. Daha önce bulundugum bircok yerden iyi oldugun söyleyebilirim... Ama cok sıcak olabiliyor zaman zaman... Ya da biz çok dans ettik ondan da olabilir..
Güzel bir gece gecirdik, gercekten güzel bir partiydi... Bir de bunun üzerine İspanyol arkadaslarımdan hafif yerel dans figürleri kapmam! Bence gecenin en iyi artılarından biriydi:)) 
Eglence hic durmadan devam ediyor siz ne zaman isterseniz o saatte bir klube gidip eglenceye dahil olabilir ve istediginizde de bitirebilirsiniz..
Bu geceye dair bir diger olay ise, belirli saatten sonra okul dısındaki insanların da partiye girisi basladı. Ve Letonya'nın yerlilerinden "uluslararası ögrenci seven" bazı insanlar size yapısıyor. Bunlardan biri de beni buldu!
Arkadas yapıstı... Buraya gittin mi, suraya gittin mi.. Gittim yanıtını duyunca da sanki benim hic anlayamayacagım ayrıntıları söyleyerek "aaa asıl önemli yeri orası, oraya kim götürebilir seni" edalarına bürünen genç! Git başımdan diyordum icimden... Ben de gereken cevapları ona layıkıyla verdim. Son olarak da beni bulabilmesi icin ismimi istedi ! hahaha tabii ki de verdim!
Ama gercekte hic olmayan birinin ismini. Arasın dursun! Benim icin hava hoş...
:)

Jurmala

02.09.2011
Hafif rüzgarlı bir Riga sabahına uyandım. Bugün okulun organize ettiği Jurmala gezisi var. Gidiş için tekneyi tercih ettik. 10Lt verdik kişi başı ama bireysel olarak gidişlerde fiyat ne olur tam olarak bilemiyorum. Ama daha az olacağını düşünüyorum. Tabii ki yolculuk için Laima Clock'ta buluştuk.

Tren istasyonun biraz ilerisinde nehir kıyısında Jurmala'ya gidecek botları bulabilirsiniz. Tekneye doluştuk.. İlk başlarda dışarda otursam da sonraları dayanılmaz bir soguk ve hafif yagmur başladı. İçeriye girdim. Zaten yaz günü mü sanki dışarda oturdum. Benimki de heves işte. Zaten üzerinde gittiginiz su birikintisi öyle aman aman bir güzellige sahip degil maalesef. Açık konuşalım, Türkiye'de bizim kokuyor ya da ıyy kahverengi diye yüzüne bakmadigimiz su birikintilerine burada 'en güzel' şey muamelesi yapılıyor. O kadar da güzel degil yani, ama idare eder. Neyse teknelerin içinde hemen hemen sizi sıcak tutacak her şey var.-battaniyeler,çaylar,kahveler,alkollü içecekler, yiyecekler.....-
Tekne turu yaklasık iki buçuk saat sürdü.. Evet biraz uzun oysa ki Jurmala Rigaya 25-30km uzaklıkta. İşler botla gidince biraz değişiyor.
Jurmala ard arda gelen minik beldelere sahip. Yürüyerek birinden birine geçiyorsunuz resmen, farkında olmadan !
İlk indigimizde farklı gruplara ayrıldık ve gezmeye başlamadan önce bir yemek yiyelim dedik! Biraz yanlış mı yaptık bilemedim çok kalabalıktı gittigimiz yer. Ve servis çoook gecikti. IL PATIO adlı mekana gittk. Tavsiye ederim- her şeyi bulabilirsiniz. Salata, pizza,suşi .....-













Servisin gecikmesi biraz da bizim zamanımızdan çaldı. Kendimizi ilk olarak sahile attık! Ve gercekten bu kadar iyi olmasını beklemiyordum açıkcası. Sahildeki kum gercekten cok güzeldi.. İncecik ve yumuşacık.. Bu gerçekten hoşuma gitti... Görüntü de çok etkileyiciydi. Bir de hava 17derece ve fazla rüzgarlı olmasaydı daha da güzel olurdu sanki...:) O havada yüzen insanlar görmek bizi şaşırttı çünkü biz ne bulduysak şapka atkı üstümüze aldık! Sahilde uzun bir yürüyüş yaptık ve bu sırada da bir kaç mekan gördük.
Bunlardan biri Bathing Establishment of E.Racene adlı banyo-hamamımsı yapıyı dısından gördük.. Görüntü itibariyle güzeldi...

Buraya kış fotosu koydum ki biraz ilginç olsun... Cunku Jurmalayı kışın görmeyi de çok isterim açıkcası..
Genelde sahilde yürüyüş yaptık...
İç kısımlara geçip Jurmala City Museum'a gitmek için yol aldık... Buradaki evler bana sanki Büyük Adadan bir parçaymış gibi geldi. Yapılar, bahceleri sokaklar... (burada at kokusu yoktu, neyse ki!) Sevilmeyecek gibi degildi yani...
Ufak bir yürüyüşün ardından da Jurmala Kent Müzesine ulaştık... Eski zamanlardaki deniz kıyafetlerinin- mayolarının sergisi vardı ve görülmeye deger eski objeler de vardı. Kola şişelerinden tutun da, gazetelere, güneş gözlüklerine kadar...
http://www.latvia.travel/en/jurmala-city-museum

Siguldada ki fazladan elmaları paylasma gelenegi burada da vardı, müzede elmamızı da aldık yani! :))
Yorgunluk üzerimizde oldugu icin erken dönmeyi tercih ettik.. Tren istasyonuna gittik... Nerdeyse her 1-2 km. de bir tren duragı var. İsterseniz onlardan birinden de trene binebilirsiniz.. Biz santralden bindik ve yaklasık 2 Lat ödedik. Rigaya varmamız ise en fazla 40dk sürdü... Güzel bir gün ve yolculuktu.. Jurmalayı bir de kışın görmelii. Denizin donmuş halini falan.. İlginç olabilir:))

10 Eylül 2011 Cumartesi

Tarihler 10 eylül 2011i gösterirken...
Aksam saatleri ve ben yine odada, hafta icine yetistirmem gereken odevlerle mesgulum... Buradaki yemek kültürü bizim oralardan haliylee coook farklı.. Corbalar desen corba gibi degil, ekmekler alısılmısın dısında falan ama bazen denemeye deger seyler bulabilirsiniz... Meselaa coook lezzetli kurabiyeler, kekler satan fırınlar kafeler falan.. Bunlardan iyi olanları cok yakında paylasacagım... Neyse, benim sansım mıdır nedir burda bana 5 dakikalık mesafede TurkKebab restoranı var!
Evet bence bu bir sans cunku bildigimiz tadıyla mercimek corbasını bulabiliyorsunuz...(tamam corbanın kıvamı birazcık yogun azcık daha sulu olmalı ama burdakiler corba diyince yogun kıvam anlıyorlar napacaksın! corba ısıtılmıs ekmek ve limonla servis ediliyor)
Ben de bu vesile ile biraz degisiklik olsun odada oturmaktan farklı bir sey yapmıs olayım diye TurkKebab'a dogru yol aldım...
Dısarıda menuye bakan ve kendi aralarında Turkce " ya dun de kebap yedik ama bunu da deneyelim..." tarzında seyler konusan iki kisiye rastladım... Kendimi belli etmedim :D Ama bir sekilde anladık birbirimizin Türk oldugunu... Ve birlikte güzel bir yemek yedik.. İki arkadas okullar baslamadan önce ufak bir Baltık turuna cıkalım demisler ve yolları buralara kadar düşmüş.. Tam onlarla yemek yerken.. Hoop iki Türk daha damlar yanımıza, sanki daha önce tanısmısız gibi selamlar verilir eller sıkısılır.... Bu durum gercekten cok garipti.. Turistlerden baska Türklerle tanısmak Erasmus-hoca-letonya yerlisi... Bunlara alısmak gerek..Güzel bir yemek vakti gecirdik... Odadan cıkarken bunlarla karsılasacagımı bilemezdim haliyle... :)
Nev'in güzel sesi esliginde ince belli bardaklarda caylar içildi...Biz ücümüz restorandan ayrıldık ve birazcık OldTownda gezinti yaptık... Sanki artık ben oranın yerlisiydim! Ya da yanımdakiler sadece iki üç günlügüne burada olan turistlerdi... Ve bu yuzden ben eskimiştim...

not:TurkKebab'ta sadece corba iciyorum.. Fena degil.. Diger corbalardan daha iyi olduguna eminim..
Kebaplar hakkında bi fikrim yok, sadece tavuk denedim ve pek iyi degildi... Bence bu AB kriterleri falan dönerlerin canını cıkaracak.. Bıcakla kesmemeler, elektrikli aletle kesmeler falan. Yok iste aynı tadı vermiyor arkadas!
Çayı semaverde demliyorlar, tamam ince belli bardak falan nostaljiyi alıyorsunuz ama sular iyi olmadıgı icin cok fazla çayın aromasını yakalayamıyorsunuz... Sadece görüntü itibariyle psikoljik bir tatmin belki de bizimkisi..
Baklavasından denedim, fena degildi.. Hmmm ortalama sankii.. ya da uzun zamandır yemedigim icin bana güzel geldi artık orasına da siz karar verin! :))

7 Eylül 2011 Çarşamba

Sigulda!

01.09.2011

Bugun Riga'ya 53 km uzaklıkta ve Vizdzeme bölgesinde bulunan minik bir şehir Sigulda'ya gittim... Ama gercekten minik. Minik olması içinde bir şey barındırmadıgı anlamında gelmesin! Aksine eger huzur istiyorsanız ve dogayla basbasa kalmak istiyorsanız Sigulda bunun icin cok ideal bir yer:) Her yer yemyesil... Cok az yuksek bina var ve evler çok şirin... Eger macera arıyorsanız Tarzans diye bir macera parkuru var. Aynı zamanda Bungee Jumping de mevcut... denemek isteyene tabii ki biraz ürkütücü:)
Sigulda'ya Riga tren istasyonundan çok cüzzi bir miktara -yaklasık 2Lat - alacagınız biletle 1 saatte ulasabilirsiniz. Biz treni tercih ettik dönüşte ise otobüs. Sigulda'ya ilk indigimizde hava gayet guzeldi tam gezmek içindi diyebilirim. 
Orada bizi orada dogup büyümüş arkadaşlarımız karşıladı:) 
İlk olarak ufak bir kiliseye gittik.. İlk defa hayatımda bir kilisenin çan kulesine tırmandım. En üstten etraf cok guzel görünüyordu ama her yerin tahta olmasından kaynaklanan minik sinekler igrençti tek kelimeye igrenç..! :D


Burdan sonra Sigulda'nın yeni kalesine gittik.. 19.yy boyunca inşası süren Kale oldukça güzeldi. Kaleden baktıgınızda gördügünüz tek şey yeşillik.. Ve bu gercekten çok güzel...
Sigulda bana Karadenizden bir parçaymış gibi geldi açıkcası.... Daha sonra ise kendimize yemek yemek için bir yer bulduk. Geleneksel Letonya mutfagından başka bir şey bulmak tabii ki de hayal:)
Sigulda'da çokca elma agacı var, ve insanlar kendilerine fazl gelen elmaları kapılarının önüne sepetle koyuyorlar. Gidip alabilirsiniz! Aynı zamanda elmayı yedikten sonra çöpü nereye atacagım diye düşünmeyin çünkü elma çöplerini yiyen göl ve havuz kenarlarında bir sürü ördek var onların yakınına bir yere bırakmanız yeterli olacaktır.:)

Bu kaleden sonra yolunuz nereye düşşün istersiniz? Bizimkisi Sigulda'nın Tarzanları diye çevirip rezillik yaratacagım zorlu macera parkurlarının oldugu macera parkına düştü! Eger hava güzel olsaydı ve parkta cebelleşmeye halimiz olsaydıı, bi kaç sey deniyebilirdik:)
http://www.tarzans.lv/eng/Tarzan_eng.html
Bi anda bastıran yagmur yüzünden minicik cok tatlı bir kafeye doluştuk...Burada aynı zamanda isteyenler bungee jumping yapabiliyor. Kafe debu aktiviteyi gerceklestirmis olan insanların videolarını izledik, ve tamamen korkunçtu. Görmek istemezsiniz bence! çok isterseniz: http://www.bungee.lv/eng/

Yagumr dindikten sonra teleferikle(cable-car) ile siguldanın bir yakasından digerine gectik ve görüntü gercekten cok guzeldiii. Sadece yeşilliklerin içinden geçip gidiyorsunuz. Açıkcası bu tür araçlara karşı bir korkum olmuştur hep. O yüzden hiç binmemiştim bugüne kadar ama bu gereksiz bir korkuymuş, gerçekten güzel bir deneyimdi! Tavsiye ederim:)
http://www.tourism.sigulda.lv/public/eng/tour_sites/cable_car/
Güzel bir görüntüydü. Bu görüntünün daha da güzeli sonbaharda oluyormuş. Ağaçların yaprakları sadece sarı ve kırmızı tonlarda oluyormuş. Bunu hayal etmek bile insana rahatlık,dinginlik getiriyor. Gercekten sonbaharda da gitmek istiyorum!!


Bu turdan sonra bizde pek hal kalmamıstı. Zaten çok büyük bir yer olmadığı için gidecek yer de kalmamıstı. Dönüş için otobüsü tercih ettik ve trenke neredeyse aynı fiyattı-yanlıs hatırlamıyorsam 1.55Lt- Yolculuk daha da kısa sürer diye düşünmüştük ama neredeyse bir saati buldu. Herkes yorgundu ve otobüste minik bi uykuya daldık gittik. Hoşçakal Sigulda!


3 Eylül 2011 Cumartesi

"Riga'ya Hoşgeldiniz!" 2.bölüm

30.08.2011

Okuldaki ilk gunumu anlattıgım yazımda ikinci bölüme gelirsek. Anlatılacak cok sey var.
Old Town'da gezinti icin House Of Blackheads-Melngalvju nams adlı yapının önunde bulustuk. Burada da gruplara ayrılarak rehberlerimizi aldık ve gezmeye basladık. 
Daha önceden de söyledigim gibi Riga'da havalar hic belli olmuyor, gezerken hava bi sıcak oldu, bu yagmur yagdı ve en cok da ruzgar esti. Sert bir rüzgar...
House Of Blackheads-Melngalvju nam adlı yapı 14.yuzyılın ilk üç çeyregince sürmüş. Ve bu yapı Riga'da yasayan Alman tüccarlar dernegi icin yapılmıs. Ancak 2. Dünya Savası sırasında Almanlar tarafından bombalanmıs ve belirli restorasyonlarla 1999 yılının sonunda bu görünen halini almış. Yakından bakılacak olunursa gercekten ilginc bir goruntuye ve figürlere sahip.




ikinci olarak sizi mesela buradan biraz ileride olan St. Peter's Church-Svētā Pētera Evaņģēliski luteriskā baznīca' ya götürebilirim. Saint Peterden sonra adını almış oldukca uzun bir kuleye sahip Luteryan* kilisesi.
Bu kilise ilk başlarda 1200lü yıllarda taşcılık ya da masonry (yazarsam daha dogru olur) mimarisine dayanıyormus. Fakat daha sonralardan 3 ayrı zaman perioduna göre bölünebilir. Ve uzerinde toplam 4 farklı mimari bulunduruyor. Gothic, Romanesque ve Baroque.  Yani bu kilise mimari okuyanlar icin görülmesi gereken bir yapı. Ve sanırım yanlıs hatırlamıyorsam bunun yapımında her bir taş İngiltereden getirtilmis. Acıkcası her bir tuğla. 


Şimdi de Cat House'a bakabiliriz.(Kaķu nams) 1909 yılında yapılan ortacag mimarisine göre yapılan bina aynı zamanda üzerinde Riga'da birçok binada görülen Art Nouveau elementlerini de bulunduruyor.
Bu yapının etrafında bulunan bircok binayı yanlıs hatırlamıyorsam zenginligini kanıtlamak isteyen insan tarafından yaptırılıyor. Fakat bir turlu kabul olmuyor ve o da sinirinden en son olarak bu binayı yaptırıyor ardından da tepesine bu kızgın, sanki karsı binalara atlayıp saldıracakmıs gibi duran kediyi konduruyor:) (keske isimleri de aklımda tutabilseydim!:\ )


Burdan birazcık ileriye gidelim ve Swedish Gate (Zviedru vārti)'i gorelim 1698 yılında Rigaya İsveçlilerden bir hediye diyelim. Tam olarak koruma amaçlı olmamakla birlikte bir kale ile ötekini birbirine baglama görevini taşıyor. Anlatılanlara gore eski zamanlarda kapıdan cıkıp girmek belirli zamanlarda serbestmiş. Ve içerde yasıyan bir Letonyalı kız, bir İsveçli askere aşık olmuş.Kızının bir yabancıya aşık oldugunu ögrenen kızın babası digerlerine ibret olsun diye onu duvarlar arasında hapsetmiş.O gunden beri ne zaman gece yarısından sonra bu kapıdan gecerseniz ağlama seslerini duyarmışsınız. Bu da böyle minik bir hikaye:)




Buradan birazcık ileride bulunan Three Brothers(Trīs brāļi) Riga'da bulunan en eski karmasık birbirine bitisik binalara verilen ad. Bunların üçü de ortaçağda inşa edilen evlerin çeşitli zaman periyotlarından bir kesit sunuyor.En son evin pencerelerinin cok kucuk olmasının nedeni ise eskiden, ne kadar büyük pencereniz varsa bir o kadar daha çok vergi ödemeniz gerekiyormuş. Bu yuzden olabildigince küçük pencereleri var. Aynı binaların cok benzeri aynı zamanda Tallin'de bulunmaktaymış hem de Three Sisters adıyla.




Burdan sonra Riga Katedraline gidelim. Rigas Doms. Bu yapı Baltık bölgesindeki ve Riga'daki en eski ve en büyük  ortacağ kiliselerinden biridir. 1211 yılında insası baslıyor ve gercekten görkemli bir yapı. İçine girmek isterdim fakat şu an resterasyonda. Genelde birçok konser ve gösteri Katedralin bulundugu ve Old Town'ın bir nevi resmi olmayan bu buyuk meydanında gerçekleşiyormuş. Bu Katedralin dikkat çekici bir noktası ise Organ denilen muzik aletinin 1883 yılında yapılmış ve 6718 tane farklı boyutta boruya sahip olması. organ'ın büyüklügünü buradan da görebilirsiniz: http://www.doms.lv/info/?mnu_id=69

Ve son olarak bahsetmek istegim şeyler ise Riga'ya özgü ünlü olan şeyler
tabii ki de birincisi:
Black Balsam adı verilen votka ve 24 farklı bitkiden olusan bir bitki likörü. Ama harika! Her yerde neredeyse ilgi gören ve ödül alan bu geleneksel tat kesinlikle pas geçilmemeli. Aynı zamanda duyduguma göre bunların iki çesidi varmış. Biri daha yeni olan ve mavimsi şişede olan yabanmersininden elde edilen ve digeri de klasik koyu renkli şişelerde satılan balsam.. Deneyin pişman olmazsınız:)

İkinci olarak en cok görülen şeylerden biri ise Amber! Tüm tezgahlarda kullanıma ve renklerine göre binlerce çeşidini bulabilirsiniz. Burda alınabilecek hediyelikler arasına yazılmalı.:)


Ve belki biraz da çikolata götürmek isteyebilirsiniz.. Riga'nın en ünlü markası olan Laima'yı tavsiye edebilirim. Cikolatayı cok yiyemeyen bir insan olsam da bir kac kez deneme şansım oldu ve gercekten begendim.

http://www.laima.lv/en/

Aynı zamanda Laima dedigimde aklıma ilk gelen Özgürlük Anıtının oldugu yerde duran Laima saati geliyor. Eger bir randevunuz varsa, burdan baska bir yeri söylemenize gerek yok bulusmak icin! En popüler bulusma mekanı Laima Saatidir! :)



not: fotoların cogunu ben cekmedim belirli sitelerden aldım:)