28 Ekim 2011 Cuma

Bu bir uğur mu?


Buralara gelmeden, daha önce tecrübeleri olan insanlarla fazlasıyla fikir alışverişinde bulunmuştum. 
Özellikle hava koşulları beni çok korkutmuştu. Hasta olmak, bilmediğin bir yerde ilaç doktor falan bulmak zor iş. 
Bir de bakanın olmayınca daha da beter olur. Ama şu zamana kadar hiç hastalanmadım. Bu benim için çok sevindirici bir haber çünkü buraya gelirken kendimi hemen hasta olabileceğim gerçeğine alıştırmıştım. Geçen yıl burada erasmus yapmış arkadaşım çok soğuk olduğunu çok hastalandığını söylemişti. Bu yıl ne hikmetse benim şansıma mı ne öyle soğuk aman aman olmadı. Ya da ben alıştım. Ama bence soğuk olmadı çünkü Leton arkadaşlarım havanın mevsim normallerine göre çok çok iyi olduğunu söyleyip durdular ekim boyunca… Ekim sonuna geldik. Herkes gözümü korkutuyor kasımın ilk haftası kar yağacak uff şöyle kötü böyle cehennem falan. Hadi bakalım hayırlısı… Neyse hava durumundan sonra asıl yazımın sebebine geçiyorum. O öyle ufak öyle tatlı kii, nasıl bir anda mutlu etti beni belli değil yahu.
Yine bezgin bir okul günü, okula gidiyorum. Tam okulun ordayım benim binde birim bile olmayan ve uzun zamandır görmediğim bir şey takılıyor gözüme yolun kenarında. Bir uğurböceği J Bende de ne göz varmış di miiii! Bence de ne göz varmış, pat diye gördüm minicik böceği. Hemen elime aldım, küçüklüğümde onu bulduğumuzda söylenen tekerleme çalındı kulağımda.. Hani onun uçmaması için söyleyecektim ben tekerlemeyi neredeyse çünkü bir anda eksikliğini hissettiğim bir şeyler katmıştı hayatıma. Gitmesini istemedim günümü bir anda böylesine güzel kılan bu tatlı varlığın. Böyle bu böceği rastgele bu mevsimde burada bulmuş olmak bi anda beni acayip hissettirdi. Soyutlandım olduğum zamandan, nefes aldığımı hissettim farklı bir mekanda ve zamanda. O zaman ve mekanı bu uğurla ölümsüzleştirmek istedim ondan bu yazıyı yazdım ve bu kareleri çektim. JJ

18 Ekim 2011 Salı

Stockholm

17.10.2011

İki hafta sonu da üst üste geziye çıkmak benim için de beklenmeyen bir gelişme oldu ama tamamen unutmuşum yahu! Bu gezi neredeyse bir ay öncesinden planlanmıştı, bir şekilde arkadaşlarım indirim buldular ve önceden biletlere 14 Lat vererek sahip olduk! Stockholm’e feribotla! Hani yine şu büyük olanlarla. Bu yolcu feribotu Rigadan sizi alıyor 17 saatte Stockholm’e goturuyor, aksama kadar Stockholm’de takılıyorsunuz sonra tekrar Riga, neden olmasın hem ucuza, hem arkadaşlarla… Hem de havalar soğumadan yeni bir yer eklemiş olmak gezi defterime kulağa hiç de fena gelmedi doğrusu..

Pazar günü 17 de kalabalık bir İspanyol grupla yola cıktık... 
Ne yapalım arkadaşlarımızın hepsi İspanyol. Feribot 9 katlıydı ve biz 2. Katta kalıyorduk yani suyun altında.. Odalar 4 kişilik, banyo tuvalet falan içinde.. Yani kötü değil,  bizim yapacağımız yolculuk için yaşanabilir bir yer.. Odamı yine tanımadığım bir İspanyol çiftle paylaşıyordum. Ama bu durum artık alışkın olduğum bir durumdu. Ayrıca odamıza dördüncü kişinin gelmemiş olması da beni sevindirdi. Aslında odada sanki çok kalacakmısım gibi, neden böyle sevindim bilemedim simdi.. Neyse. 
Feribotta hiç bu kadar uzun süre yolculuk yapmamıstım daha önce… Yani denize karşı mide bulantısı gibi şikayetlerimin olup olmayacağını bilemiyordum haliyle. Neyse, güzel bir gece geçirdim denebilir. Yine her feribotta olduğu gibi içinde parfüm mağazası, marketi, birden fazla lokantasıyla hee bir de barıyla falan feribot güzel denilebilirdi.. En üst katta bulunan ve çoğunluğu camla kaplı olan panorama barda gün batımını Baltık denizinin üzerinden izlemek çok güzeldi. Gün batımı sanırım baya baya bir saatten fazla sürdü çünkü hani böyle gidiyorsun gidiyorsun güneş batmıyor ya ondanJ Orda oturup çayımı içmek gerçekten de güzeldi. 
Bir ara –bu feribotun açık alanı da var, çıkabiliyorsunuz- dışarı da çıktım ama rüzgarlı ve soğuktu. Yine Panorama barda kalmayı tercih ettim. Hava iyice karardıktan ve epeyce yol aldıktan sonra, dalgalar boy göstermeye başladılar. Gerçekten ayakta durmak imkansızdı. En üst katta bulunan disko-club karışımı yerde, dans etmenize gerek yok dalgalar sayesinde zaten düz duramıyorsunuz…
Tüm bunlara ragmen eglendim. Ama mide bulantısı hafiften yaşadım. O kadar da olsun.. Uyumakta da sorun yaşamadım pek fazla. Ama ikinci katta kalıyor oldugunu düşündügünde biraz insan bir tuhaf oluyor. 2. Kat demek suyun içi demek bazen kendimi bi akvaryumda hissettim.
Sabah uyandırma servisi ile varmamıza bir saat kala uyandırıldık. Hemen panorama bara gidip nasıl yerlerden geçiyoruz görmek istedim. Kahvemi de orda içtim.. Geride bıraktığımız kıyılar, adacık gibi kıta parçaları genelde ormanlık alandı fakat böyle bizim dağ başı diye tabir edeceğimiz yerlerde-tabii ki tatlı IKEA tarz ahşap- dagınık şekilde yayılmıs evler vardı. Acıkcası bu goruntu hem şaşırtıcı hem de ne bileyim güzeldi işte.
Stockholme vardıgımızda bir şey göremedim ilk olarak, ilk hissiyat aşırı soguk bir havaydı. Bir de sis vardı. Saat 9-10 civari ordaydık ve güneş yoktu. Liman da diger gördügüm limanlar gibi degildi. Daha bir ticarete açık oldugu belliydi. Otobuse binip merkeze gittik. Otobusle gectigimiz yerler, apartmanlar bana cok tanıdık geldi. İstanbul’da, İzmir’de herhangi bir büyük şehir de rahatlıkla karsılaşabileceğiniz tarzda ‘tanıdık’ yapılardı işte. Kendimi bi anda özlem duydugum yurt topragında hissettim. 
Bu durum kısa sürdü tabii ki deJ cunku kendimizi bi anda işlek, mağazalarla dolu sokaklarda bulduk. Her köşede dünyaca ünlü görmeye alışkın oldugumuz ya da olmadıgımız reklamlar-markalar ve digerleri. Yani incelenmesi gereken cok şey vardı. Rigadan sonra bi anda kalabalıgın icine düsünce hosuma da gitmedi degil. Bunlardan en dikkat çekicisi ve sanırım en ünlü olanı da Kungsgatan "King's Street" anlamında gelen sokaktı. 
Bu ve bunun civarında bulunan herhangi bir sokakta aradıgınız yiyecek giyecek vb. seyleri bulmanız gercekten cok kolay. 

Kendi gözümden King' Street


Biraz bu sokaklarda yurudukten sonra “Stockholm Palace” ta yerimizi aldık. Burası Krallıgın resmi yerleşkesi mi desem öyle bir şey Kraliyete ait makamlar burada yer almakta. Acıkcası etkileyici bir görünüşü var. İçini de gezilebilecek kadar gezmek isterdik fakat pazartesi günü ziyarete kapalıydı.


Stockholm Palace'tan bir görüntü


Neyse biz de rotamızı başka yönlere çevirdik. Bu arada neredeyse dikkatinizi çekmemesi mumkun olmayan bir “şehir simgesi” haline gelmiş City Hall’i görmelisiniz. İçinde kafeler, konferans-tören salonları bulunduran adeta turistlerin en ugrak noktası. Biz orada bulunamadık ama görmek bile hoş bir şeydi. 

City Hall'e uzaktan bir bakis


Rotamızı Gamla Stan’a çevirdik. Burası Stockholm’ün Old Town’ı olarak anılıyor. Ufak güzel kafeler, mağazalar bulunuyor. Ama emin olun yaz aylarında daha eglenceli, dolu bir yer olacaktır. Bu zamanda sadece eski tip, ince, dar sevimli çatılara ve görünüme sahip binalardır göreceginiz. Bir de dik dik merdivenler sokak aralarında karşınıza çıkabilir. Bu sokakta bulunan Sankt Nikolai kyrka-Stockholm Cathedral olarak adlandırılan en eski kiliseyi de görebilirsiniz..

Stockholm Kathedralinden bir kare


Daha ilerlemek gerekirse Opera binası, tiyatro binası, ulusal müze ve daha birçoğu görülmeye değer yerler. Ama çok vakit gerektiren yerler. Siz siz olun kısa süre için gitmeyin J

Old Town ara sokaklardan bir görüntü
Ara sokaklarda epeyce gezdikten sonra Biz tercihimizi şehri tepeden görme yönünde kullandık.. Ve iyi de yaptık. Katarinahissen adı verilen ve şehrin büyük bir bölümünü görebileceginiz yere gittik. Görüntü gerçekten güzeldi keşke biraz da güneş olsaydıJ
Katarinahissen adı verilen yer

Görunen muhtesem manzaranın sadece bir kısmı


Bu şehirde gezerken binalar, ayrı bir havası olan İskandinav stili hemen dikkatinizi çekiyor. Ben bu stilden çogu zaman hoşlanıyorum. Sade, gösterişten uzak degil. Basit gibi görünen ama fonksiyonel olan bir tarz. Ama bazen bu tarz yok artık dedirtebiliyor. Burada gordugum McDonald’s dükkanları diger bir çok yerde gördüklerimden çok farklıydı.
Düz beyaz lake masalar, ufak puflar. Ya da daha şık görünümlü masalar bu yani. Düz, farklı digerlerine göre çok farklı. Menülerde aşırı bi degisiklik oldugunu sanmıyorum ama açıkcası bilmiyorum-cünkü McDonalds yemem.
McDonaldslardan sadece biri, daha şık olanlarını gördüm.Bu foto internetten

Sokaklarda gezerken cok farklı heykeller görmeniz mümkün bunlardan bence en ilginç olanı Ulusal Tiyatro binasının köşesinde bulunan, yılın her mevsiminde karnı sıcacık olan heykeldi. O sogukta o sıcacık karınlı heykele bir sarıldım resmen bırakmak istemedim. Bu heykelin yapılıs hikayesinden emin degilim ama fakirleri hatırlatmak için olabilirmiş, bir arkadaşımın söyledigine göre. Ne olursa olsun yine de entresan bir heykel. Buradan da fotograflarını görebilirsinizJ Heykeli yapan sanatçı için- insan ihtiyaçlarını akıllıca bir şekilde sihirli bir yolla anlatmıştır deniliyor. Ki gerçekten oyle yanakları elleri diger her yeri sogukken karnının sıcak olması sihir!



O soğukta seni bulduguma cok sevindim canım! 

Şunu söylemeliyim ki Stockholm müzeler açısından oldukça zengin. Turizm merkezinden aldıgınız gezi kitapcıgınızda gezicek yerler genelde müzeler. Diger ulkeler-sehirlerdeki gibi old town olayları falan pek degil…Tabii bizim müze gezmek icin vaktimiz olmadı.. Kısmetse başka geniş zamanları yaşamak isterim Stockholmde. Hatta bu geniş zamanlar yaz zamanları olursa hoşuma gider. O kafeleri, güzel sokakları, yeşil parkları cidden hayal edemiyorum kim bilir ne kadar güzel olur. Kim bilir belki yolum yazın düşer yine buralara. Ve ilan ederim tüm geniş zamanlarımı buradan..
Buradan bu seferlik aktaracaklarım bu kadar, minicik ufacık bir parça:)

Notlar: 
Stockholm de kıyaslayınca Riga’ya göre pahalı bi yer. Bu durumda Türkiyeye göre zaten pahalı oluyor.:)
Aynı zamanda eğer alkollü içecek satın almak istiyorsanız sadece belirli mağazalardan, sanırım saat aksam 6ya kadar alabiliyorsunuz. Çok da ucuz olmadığını duydum.

Buraya dair duydugum en ilginç şeylerden biri bir İsveçli arkadaşımın söylediği “cumartesi-şeker günü”  eşleşmesiydi. Şöyle ki İsveçte, tam olarak geleneksel olmasa da çoğu aile çocuklarına şekerlemeleri sadece cumartesi günü veriyorlarmış. Onun dısında cocukların şekerleme yemesi pek mümkün değilmiş. Tüm cocuklar o yüzden kendilerini en mutlu cumartesi günleri hissediyorlarmış. J

Mutlu cumartesiler çocuklar! :))

9 Ekim 2011 Pazar

Helsinki



Tallinndeki kısa ama tatlı zamanlarımızdan sonra erkenden uyanmak ve Helsinki icin feribota yetismemiz gerekiyordu. Hal böyle olunca Tallinnde gece hayatı adına yaptıgımız tek etkinlik uyumak oldu. Neden biletimizi de sabahın 7.30una almıs oldugumuzu hala anlayabilmiş degilim. Sanırım Helsinki büyük, cok zaman harcamak gerekir falan diye düsündük! Neyse saat 7.30 da feribot demek check-in 1 saat öncesinden baslıyor demek ve 1 saat ya da 45 dakika oncesinden orda olmak demek. Hic bilmedigin bir sehirde hic bilmedigin bir yere gitme cabasını, kaybolma riskini de bunlara eklersen 6 da kalktık.. Hemen hazırlandık.. Ve yola koyulduk.. Gidecegimiz yer harita uzerinden bakıldıgında cok uzakta sayılmazdı... Liman da D kapısına gitmemiz gerekiyordu... Hava bildiginiz geceydi. Zifiri karanlık dersin ya, ondan da koyu..Elimizde haritalar. Hava felaket soguktu.. Yolun kıyısından yuruyen iki kızcagız bildiginiz tipik turistler... İnsanlar sokakta öbeklenmişler bazı köşelere partilerden yeni dönülüyor.. Bagrılarak konusuluyor, aldırmadan davranılıyor. Zaten kimse de aldırmıyor.... Ben hayatımda hic böyle bir sey yasamadım... Boyle karanlıkta, ana yolda ama bilinmeyen bi yolda zamanla yarısmak... Ve korkmamak... Hatta bu durumdan tuhaf bir sekilde zevk almak.. Sanırım bu maceraya baslarken de hissetmek istedigim buydu... Bunu anladım. Ve bunu hissetmek guzeldi. Eger bunu İstanbul, İzmir ya da baska bir yerde yapmaya kalkacak olsam. Yok yok dusunmeyelim bile biz hikayemize dönelim... 
Gidecegimiz yeri bulmamız zaman aldı ama tam da vaktinde oradaydık.. Acıkcası liman sandıgımdan cok daha buyuktu... Resmen iskeleye girdiginizde kendinizi havalimanında hissediyorsunuz. Hatta acıkca şunu bile diyebilirm ki Tallinndeki iskele, Rigadaki havalimanından büyüktür! İnanmazsanız gelin görün...
Bizi bekleyen "feribotun" bakın tırnak icine alıyorum cunku feribot demek orta boy hani İstanbuldan Bursaya gecersin olmadı İstanbulda yaka degistirirsin falan o boyutlarda bekliyorsun. Bizim feribot devdi... Haliyle ona giden yolda dev ve uzundu.. Ucaga binerken gectiginiz körüklerin 5 katı belki de belki de daha uzun... Etkileyiciydi. Feribota bindik, güzel bi manzara ile kahvaltımız çayımız. Güne güzel başlamıştık. Feribotla 2 saat sürüyor yolculuk, bilet fiyatı aldıgnız saate gore degisir ama biz birine 22 digerine ise 19Euro ödedik. Bu civarlarda olur muhtemelen. Feribot icinde bulunan market, parfumeri falan güzeldi gezilebilir. Ama marketi gezerken göreceginiz milyonlarca çeşit çikolatalara karsı tedbirli olun.. Hepsini almak istiyorsunuz! Sakın o hain tuzaga düşmeyin:)))

Bindiğimiz Feribot tam anlamıyla buydu işte...:)

 Helsinkiye indigimizde elimizde ne bir harita ne de nereye gidecegimiz hakkında bir fikrimiz vardı. Ve hava cidden soguktu… Özellikle deniz kenarı olması ve rüzgarın olması bizi biraz üşüttü. Aslında ben kar bekliyordum ama kar yoktu ve bence olmaması cok da iyi güzel oldu. Gördügümüz ilk güvenlik görevlilerine merkeze nasıl gidecegimizi sorduk ve onlar da bize hemen anlattılar hatta cıkarıp harita verdiler. Cok yardım sever insanlardı yani yine aynı Tallinn’deki gibi. Otobus hemen iskelenin yakınından kalkıyor ve 1-2 euroya tek biniş hakkı olan biletlerden alabiliyorsunuz iskelenin icindeki makinadan. Otobus bizi merkezdeki tren istasyonuna bıraktı.. Burdan sonraki ilk amacımız turist bilgi merkezini bulup kendimize yeni bir rota belirlemekti. İlk izlenim ise, Helsinki önce Tallinden sonra da Rigadan daha büyük ve daha şehrimsi bir görünüme sahipti. Magazalarla dolu geniş caddeleri, o caddelerin ortasından gecen tramvaylari ile bana bi an istiklal’i andırmadı degil yani..Bi de her köşede Avrupada olması gereken ama Rigada nedense bulunmayan markaları görmek insanı ayrı bir sevindiriyor tabii ki ( yaşasın her köşeden çıkan H&M ler!!! J ) Pazar gunu oldugu icin magazaların cogu kapalıydı ya da 12 gibi acılacaktı. Biz de kafamızda gitmek istediklerimizi işaretledik ve sonra tekrar donmeye karar verdik. Turist bilgi merkezine gittik.
Bize gitmemizi önerdikleri yerler arasında feribotla 20 dakika uzaklıkta olan 18-19.yy dan kalma dunyanın en büyük  tarihi denizcilik kalesi tarzında bir ada olan Suomenlinna da vardı. Bu fikir bize birazcık uzak göründü hem yorgunduk hem de Helsinkiye daha yeni gelmiştik. Ve orayı gezmemiz yaklasık 2-4 saat arası bir zaman alacaktı.. Sonuc olarak gitmedik ama gitmemekle iyi mi yaptık kötü mü bilemiyorum, giden birisi varsa sorup ogrenecegim. Ama o giden birisinin bir Türk vatandası olması cok önemli:D Objektif olması açısından yani..
Uspenski Cathedral



 İlk olarak Uspenski Katedraline gittik. 1868 yılında tamamlanan bu yapı Batı Avrupanın en büyük Ortodoks kilisesiymiş. Fotografta da goreceginiz gibi altın kubbemsi detaylarıyla Finlandiya tarihi üzerinde, Rus sembollerinin etkisinin acıkca bir örnegidir. Ve gercekten büyüleyici, hem içi hem de dışı. Pazar oldugu için küçük bir duaya da katılmış olduk. Cümlemize amin! :D


Daha sonra yolumuzun üzerinde olan Market Square olarak adlandırılan bircok cadırımsı seylerde yemeklerin, kafelerin hediyelik esyacıların bulundugu deniz kenarında bulunan yere ugradık. Burası da gerek balık ekmekçileriyle gerek esnafıyla falan bana yine Türkiyeden bir yerleri çağriştırdı. Kendimi bir tuhaf hissettim. Bütün kalabalık neredeyse buradaydı. Böyle kalabalık görmek de benim hosuma gitti acıkcası. Buralarda kalabalıga hasret kalabiliyorsunuz bazen.. 


Havis Amanda
Deniz kenarından iceri gecerken Havis Amanda- kısacası bu heykeli görmeniz gayet mumkun. Kendisi Baltık Denizinin ve Helsinkinin yukselisi-yeniden doğuşunu simgelemekteymiş. Düşünüyorumda bu Baltık ülkeleri yazın gercekten de güzel olur. Soguk hava insanın elini baglıyor. En azında biz birazcık güneş gördük. Güneşli yerler soguk olmasa da gölgeler de üşümemek gibi bir şansınız yok J Ara sokaklarda gezdik te gezdik ara sokakların hakkını verdik adeta.

Ve Helsinki Katedralinin oldugu yere gittik. Uzaktan bakıldıgında kendisine ulasmak icin tırmanılması gerekilen bir suru uzun merdivenleriyle gercekten güzel görünen bu yapı 1822-1852 yılları arasında inşa edilmiş. Bu Katedralin bulundugu alan aynı zamanda Senato binası, Helsinki Universitesinin ana binası, Finlandiya Ulusal Kütüphanesi gibi Neoklasik mimari yapı örneklerini bünyesinde bulunduruyor. Gelelim ki Katedralin içi, düz duvar yani..Beklediginiz kadar ihtişamli degil. Ama tabii ki de görülmeye deger.

Merdivenlerde oturup güneslendik:))
Ara sokaklardaki turumuza devam ettik ve güzel kafeler bulduk, film cekimi tarzı şeyler gördük. Ve hayatımda ilk defa birazcık marul, üç dilim domates, bir kasık dilimlenmiş köz biber icin yaklasık 8 euro ödedim. Yiyemedim bile. Bi soguk su bana yetti yani. Tam anlamıyla rezaletti. Ve fiyatlar Tallinn’e göre tabii ki de uçuktu. Minik suların fiyatlarına deginmiyorum bile. Bunu bilerek gidin benden söylemesi. 

hadi afiyet olsun bana! 
Yine de güzel bir gün geçirdik. Helsinki görülmesi gereken yerlerden biri olabilir, gönül isterdi ki kalalım hatta yazın da gelelim ama bize ayrılan sürenin sonu bu.. Elveda Helsinki!   


**
Ufak detaylar: Helsinkiden dönüşte bindigimiz feribotun İstanbul feribotları boyutlarında gelmesi, içinin buz gibi olması, Tallinnde otobus terminalinde hicbir sey olmaması, en yakın yerin bir pizzacı olması ve pizzalarının cok guzel olması,ulkeler arası otobuslerin rezalet olması ve cok soguk olması,sevgiliden alınan atkının sadece sizi ısıttıgı gercekleriyle birlikte sonunda sabah saat 3 ve Rigadayız!!
 :))

8 Ekim 2011 Cumartesi

Tallinn-Estonya

Baltıklara kadar geldim! Başka ülke görmeden olur mu?? Olmaz:) Biliyorum bu "Riga Günlükleri" adına sahip olan bir blog.. Ama Tallin'i anlatmamda bir sakınca olmaz sanırım:)
8 Ekim'de otobusle yola cıktık sabahtan:) Otobus bilet fiyatları aldıgınz saate göre degişiyor ama genelde 13-25Euro arası.. Burdan Tallinn yaklasık 5 saat.. Bir gece öncesinden karar verip, biletleri aldıgımız bir gezii.. İnsan neler yasayacagını hic bilemiyor.. Yola cıkarken.. Otel rezervasyonu yapmadık. Daha once orada bulunan arkadaslarımdan ve internetten aldıgım bilgilere güvenerek ben ve arkadasım koyulduk yola.. 7 otobusuyle oglen 11.30-12 gibi Tallinndeydik. İlk bakısta Tallinn, Riga'dan daha fazla bir şehir havası veriyor size... Otobus terminalinden Old Town'a gitmek icin tramvayı kullanabilirsiniz:)
Tallinn'de insanlar Rigadakinden daha sıcak ve daha yardımsever. Ayrıca iyi de ingilizce konusuyorlar. Otelin yerini sordugmuz bir bayan, bize yardım etmek icin bilgi servisini aradı! Bu kadar iyisi bazen Türkiye'de bile olamayabiliyor...
Neyse, öncelikle baktıgımız otellere gittik kimisi kapalıydı kimisi doluydu... Old Town da gezerken bi yazı gördük "old town backpacker hostel" neden olmasın dedik ve kapıyı caldık...
Kapı acıldıgında bizi bekleyen bi evdi resmen. İceri girdik, nedense bir anda sevdik orayı banyosu mutfagı olan.. Salon gibi buyuk bir mekanda da 3 ranzası bulunan minik bi hostel iste. Hayatımda ilk defa hostelde kalıyorum... Daha once böyle bir seye ihtiyacım olmamıstı...Daha dogrusu bu tarz bir yerde kalmamıstım..Ayrıca hayatımda hic tanımadıgım insanlarla birlikte bir yerde kalmamıstım.. Ve bu tanımadıgım insanlar da hic erkek olmamıstı haliyle! Benim icin ilginc bir deneyim olacaktı.. Tamam gecelik 14euroyu odemeyi kabul ettik... Yanımızda kalan diger insanlar ve orda calısan Jack adlı arkadasımız da sürekli seyahat eden insanlardandı! Evet hani su bir yıl Tokyo, üç yıl Burma'da yasayan insanlardan! Birlikte kaldıgımız dört cocuktan ikisi Finlandiyadan, biri Yeni Zellanda'dan digeri ise İrlanda'dan gelmişlerdi.. :) karman corman yahu... Hepsi Helsinkide tanısıp arkadas olmuslar falan...Birlikte kaldıgımız bu insanlar neselilerdi, bekledigimizden daha iyilerdi hatta.. Belki bir gün yollarımız yine kesisir..Hos ufak bi ayrıntı belki ama bunu yasadıktan sonra yollarımız neden kesişmesin diyorum! Cunku Jack ile Turkiyeden ortak bi arkadasımız var!!! Tokyodayken tanısmıslar arkadasımla... Dünya kücük... :)
Neyse Tallinn Old Town güzeldi... Gercekten güzeldi.. Ama küçüktü, Riga'nınkine kıyasla gercekten küçüktü.. Belki de Riganınki biraz daha merkezilestigi icin cok fazla sey barındırıyor icinde... Tallinn biraz daha kendine özgüydü... Her köşede bulunan Orta Cag temalı restorantlar farklı tat arayanlar icin ilginc olabilir ama menuyu anlamıyorsunuz bile! Ne yediginizden emin olamayabilirsiniz:))
Sokaklarda tanıtılan bi güzel sey ise dısında farklı seylerle-genellikle tarcınla-kavrulmus badem:) Cok cok güzeldi...
kavrulmus badem denenmeli, kokusu tadı harika:)


Old Towndan bir görünüm...

Old town cumartesi haliyle kalabalıktı... Simdi teker teker detay veremiyorum... Ama burada bence görülmesi gereken yerlerden biri tüm Old Towna hakim olabileceginiz seyir terası gibi bir yer olan meclisin bulundugu Katedral tepesi! Kesinlikle... Sanki tüm yapılar kartondan yapılmıs, özenlii düzenliii.. Görülmeye deger:) http://www.tourism.tallinn.ee/eng/fpage/explore/attractions/old_town (buradan da görülebilir)



Bir diger duragınız ise bir Rus Ortodoks, Alexander Nevsky Katedrali olabilir.. Görüntüsüyle gercekten sizi büyüleyebilir. Ama içeri girdiginzde bazen dışardaki ihtişamı bulamayabiliyorsunuz. Üzülmenin faydası yok... Dışarıdan keyif çıkarın siz de:)
  Daha size sayamayacagım bir sürü yer gezdim ki! Old Townda ara sokaklarda kendinizi kaybetmenizi tavsiye ederim. Bu Old Town Rigayla kıyasla diger seylerden daha bir arınmıs durumda... Eskiligini hissedebiliyorsunuz. Özellikle eski sur kapılarını gecerken, aslında cok da eski degillermis gibi hissediyorsunuz ya da belki de siz bu dünya icin o kadar da yaşlı degilsiniz... Bir yerlerde bulusuyorsunuz yanii...
Tallinn, Old Townda yemek icin size nefis krep-pancake yapan aynı zamanda ucuz olan bir yer önerebilirim o da Kompressor adlı mekan! Ucuz-güzel oldugu icin yer bulma sıkıntısı olabilir dikkat! Ama pes etmeyin ve deneyin... Eger krepiniz tatlı olsun istiyorsanız çilekli çikolatalı ya da ballı secebilirsiniz. Yok ben tatlı almayayım derseniz, etli, sebzeli alabilirsiniz. Şimdiden afiyet olsun :))


Tallinn hakkında daha yazmak yazmak isterim.. Ama yorgunum yorgunum! kendinize iyi bir yolculuk partneri secin ve yola cıkın ! cunku biz yarın sabah altı da Helsinkiye dogru yola cıkıyoruz!!! Size de bana da bol sans!!:)

1 Ekim 2011 Cumartesi

oooohhooo nasıl da salmısım blog yazmayı... en kısa zamanda gezi notlarımla geri dönecegimmm ! hem de farklı yerlerden durum bildiricegim!!!:):)