11 Kasım 2011 Cuma

Varşova Günleri

Evet, böyle ani kararlarla tekrar yollara düştüm. Hem de sınavdan çıktığım gibi koşa koşa yola düştüm.. Sınavdan bir gün önce hasta olup yolculuğuma da salya sümük çıkıyor olmak pek de hoş değildi neyse. Uzun zamandır görmediğim kuzenimi fırsat bu fırsat diyerek görmeye karar verdim. Aynı zamanda biraz da dinlenmiş ve bir yerler daha görmüş olurum diye düşündüm. Eee düşündüğüm gibi iletişim sağlandı, otobüs biletleri alındı. İlk önce Vilnius’a gidilecek oradan da otobüs değiştirilecekti. Yolculuk yaklaşık  12 saat sürdü. Daha önce TR’ de bile bu kadar uzun yolculuğa çıkmamıştım herhalde hatırlamıyorum. Neyse, Vilnius’a kadar aldığım otobüs ‘Lux Lounge’ mış. Yani Nilüfer rahat hattın bi değişik versiyonu. Otobüsün arkadan 10 koltuğunun olduğu kısım cam bir kapı ile diğer öndeki koltuklardan ayrılıyor. Daha geniş, karşılıklı ikişer koltuklar, aralarında geniş masalar. Ev gibi diyebilirim. Bu zamana kadar bindiğim en iyi otobüstü hatta. Ama neden diye isyanımı duyabilirisiniz çünkü bu otobüsle birlikteliğim sadece Vilnius’a gelene kadardı yani 4 saat.:( Bu güzel otobüse sadece 18euro ödedim.


Vilniusta da indiğimiz yer böyle yol üstü Panorama Alışveriş merkezi etrafta hiçbir şey yok. O soğukta diğer otobüsü beklemece falan. Bir de ben biraz takıntılı bir insan olduğumdan otobüsteki tuvaleti kullanmıyorum. (belki de bu çok da yersiz bi takıntı değildir yani, düşününce.) O yüzden bu indiğim durağa yakın yerdeki alışveriş merkezinin tuvaletlerine kadar koşmamı, otobüsü kaçırdım mı kaçıracak mıyım telaşıma değinmiyorum bile. (öyle bi telaştı ki, değinmemiş halim bile bu.)Neyse ki otobüs geldi, vaktinde oradaydım, kaçmadı yani. Ama bu gelen otobüsse bi önceki neydi soruları gündeme geldi kafamda. Adı üzerinde ‘Simple Express’ti. Gerçekten de adıyla özleşmiş, simple’ın da simple’ı diyeyim ben size.

Yolculuk bir şekilde geçti. Yine Polonya sınırında vizen nerde sorularına maruz kaçınıldı falan. Bu seferki maalesef ızbandut gibi korkunç bi polisti o da ayrı bi olay tabii ki. Zaten sabaha karsı saat kaçta oradaydık onu da bilmiyorum. Sabah saat 07.30 gibi varacakken ben otobüs terminalin 06.30 gibi vardım. Tabii kuzenim o saatlerde uyuyordu.. Neyse belirli bi sure bekledikten sonra gelip beni aldı. Yıllar sonra görüşüyor olmak tabii ki de güzeldi. Kendisi sabahın o saatinde bile neşeli olabilen bir insandır.Yalnız kötü olan tek şey benim gibi onun da grip illetinin pençesine düşmüş olmasıydı. Eve gidip yerleştik ve öğlene kadar dinlendik. Ondan sonra da şehir merkezine doğru gezintiye çıktık. 

Hava Riga kadar soğuktu. Hatta belki de aksamları biraz daha soğuktu diyebilirim.
Bugün Bağımsızlık Günü olduğu için burada resmi tatil. O yüzden sokaklar çok kalabalık. Riga’nın boşluğundan sonra böyle kalabalık görmek iyi geldi. Kendimi gerçekten büyük bir şehirde hissediyor olmak tekrardan açıkçası güzel bir histi. Bir de her köşe de gözünüzün aşina olduğu markaları görmek cidden psikolojiye de iyi geliyor.

İlk olarak izlenimler yüksek binalar. Bunları uzun zamandır görmediğim için haliyle yadırgadım, merkeze doğru inerken gözüme çarpan bir diğer yapı ise Palace of Culture and Science (Palac Kultury i Nauki) idi. Çünkü aynı yapı, kesinlikle aynısı Riga’da da bulunuyor. Fakat Riga’daki Central Marketin o kargaşasının ardında sönük kalıyor genelde. Buradaki ise tam ortada, dikkat çekmemesi imkânsız. Hele bir de gece ışıklarla falan daha da imkansız. Ayrıca dikkat çekmemesi için bir neden daha çünkü bu yapı Varsovanın en yüksek binasıymış. Sovyet döneminden kalma Polonya’ ya bir hatıra niteliğinde olan bu binanın içerisinde gösteriler, tiyatrolar  ve sergiler düzenlenmekte. Aynı zamanda terası ile panoramik Varsova görüntüsünü sizlere sunuyor. Tabii ki muhtemelen kış aylarında..:)


Işıklı hali Riga'dakine on basar


Old Town Square Market (Rynek Starego Miasta) görülmesi gereken tatlı yerlerden biri. Bunca zamana kadar birçok Old Town Square Market gördüm. Bu da digerlerine cok benzerdi. Hatta belki de daha da güzeldi. Daha genişti sanki ve bulunan evler de daha bir tatlıydı. Varşovada zaten cok cok eski yapıya rastlamak mümkün degil, cok fazla yıkım geçirdigi için. Ama yine de burası benim Old Town Square Market listemde ilk başta yer alabilir.


sizin için iki fotomu bir araya getirdim! :D



Buradan biraz ilerleyip bir zamanlar gözetleme kulesi olan The Warsaw barbican denilen yapının bulunduğu yere gittik. Burası old&new town arasında bir çizgi gibi, turistlerin uğrak yerlerinden biri. Güneş yüzümüze güldü, biz de bir bankta oturup onun keyfini çıkardık hava biraz daha soğuk olmasa daha da uzun zaman geçirebilirdik orada.


Ara sokaklarda yürüdük. Burası da diğer Avrupa şehirleri gibi sevilmeyecek bir yer değil tabii ki… Tanıdık şeyler. Ama burada en tanıdık şey ise Fryderyk Chopin. Onun yaşanmışlıkları Varşova sokaklarına işlenmiş. Gerek adıyla, gerekse birçok noktada bulabileceğiniz Chopin bestesi çalan banklarda. Oturmak için ideal, müzik zevki yaşamak için daha da ideal bence. Hem de her bankın üzerinde diğerlerinin de bulunduğu bir rota var. Hepsini takip edip kendinizce bir Chopin turu yapabilirsiniz. Her bankta ayrı bi Chopin bestesi dinleyerek farklı diyarlara doğru yolculuklara çıkmanız mümkün. Eğer gerçek bi Chopin turu isterseniz bunlar da mevcut. Buradan bilgilere ulaşılabilir.(http://www.staypoland.com/warsawtours/wchopintour.asp)












Ara sokaklardan süzülüp, Monument to the Warsaw Uprising Fighters adıyla anılan heykellerin bulunduğu noktaya geldik. Bağımsızlık günü dolayısıyla birçok yanan kandil ve çiçek bulunuyordu. Bunu görmek etkileyiciydi. Çünkü anlam veremediğim şeyleri tekrar tekrar düşündüm; savaş, barış, ölüm. Kesinlikle görülmeli aynı zamanda heykeller oldukça büyük fotoğraflardakine aldanmayın.




Buradan da ayrılıp aslında birkaç kez önünden, yakınından geçtiğimiz St. Anne's Church’un önünden geçerek kalabalıgın arasına tekrar karıştık. Sokakların kalabalık olması söylediğim gibi çok hoşuma gitti, özlem işte ne yaparsınız.

Burada görülecek şeylerin birbirine yakın olması yine alışkın olduğum bir durum sağınıza baksanız bir yer solunuza baksanız başka önemli bir yer. Benim ve kuzenimin hastalığı bir de havanın soğuk olması belimizi büktü resmen. Gezmemiz gereken yerlerin biraz hakkını veremedik.. Ama en azından bu durumu telafi edebilecegim bir mekan tavsiye edebilirim size Holy Cross Church (Kosciol Swietego Krzyza) geçin ve biraz yürüyün, Le Meridien Bristol Hotel’i göreceksiniz tam köşede. Bristol Kafe’ye gidin güzel tatlılarından ve kahvelerinden söyleyin bir tane kendinize. İçeriye girdiğiniz andan itibaren zaten kendinizi cok iyi hissediyorsunuz; kafenin size sunduğu tatları denedikten sonra daha da iyi hissedeceksiniz. güzel atmosferini görmek için buraya tıklayın=)


Hava burada da hemen karardı tabii haliyle, alıştık artık saat 15 ten sonra akşam demeye. Ara sokaklardan arabaya doğru giderken çok tatlı bir detayla karşılaştık ki bu da Winnie-the-Pooh sokağıydı. Ulica Kubusia Puchatka sokağın Winnie-the-Pooh’dan önceki adı. Sokagın basında da bir duvarda mermerin üzerine işlenmiş Winnie ve Pigleti görmeniz mümkün. Birinci günümüzü az çok tamamladık artık eve dönebiliriz.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder