26 Kasım 2011 Cumartesi

St.Petersburg

26.11.2011
Hayatımda en çok istediğim şeylerden biriydi bu. Bu geziyi düşündükçe heyecanlanırdım. Heyecanı yatıştırmak lazımdı artık. Ben de planları yaptım, çantamı hazırladım. Kendimizi yola kattık! St. Petersburg’a doğru… Farklı bir şeyler yaşamak istedik mesela Rusya sınırından geçmek gibi. O yüzden gidiş için EcoLines’tan yaklaşık 30euroya otobüs biletini aldık. Dönüş için de AirBaltic ile yaklaşık 70euroya biletlerimizi aldık. Yine yapılacak işler çok, vakit kısıtlı. En kısa zamanda en verimli ve keyifli geziyi yapmak gerek. Zaten içimizde yıllardır birikmiş olan St.Petersburg heyecanı var. Bu heyecanla beraber günler öncesinden gidilmesi gereken yerler, ulaşım ağları araştırıldı. Hosteller araştırıldı. Daha önceden giden arkadaşlardan tavsiyeler alındı ve bunun sonucunda da booking.com adresinden Acme Hostel’de günlüğü yaklaşık 50eurodan iki kişilik odamızı ayırttık. Hayatımda ilk defa görmeden bilmeden bir hostelde yer ayırtmış oldum bu da ayrı bir heyecan. Bundan sonrası kendimizi psikolojik olarak Rusya’ya hazırlamaya kalmıştı. Gidenler her şeyin Rusça yazıldığını, insanların İngilizce konuşmaktan çekindiğini ve bineceğimiz-ineceğimiz yerlerin adını tam olarak önceden bilmemiz gerektiğini önemle vurguladılar. Otobüsün bizi bırakacağı yer ile kalacağımız hostel arasında fazlasıyla uzaklık vardı, iki metro aktarması yapıp yürümek gerekiyordu, bunun üstesinden gelebilmek için tüm metro haritasının Latin alfabesi ile yazılışlarını bulduk. Hangi istasyondan hangi hatta aktarma yapacağımızı belirledik. Sonuçta bu metro ağı bizim İzmir’deki gibi tek çizgiden oluşmuyorduJ Eee tabii bi New York metrosu da değildi yani.. En sonunda da koyulduk yola, Cuma gecesi Riga’dan binip cumartesi sabah saat 8-9 civarı Petersburg’da olacaktık… Otobüs gayet iyiydi, çünkü bomboştu bu yüzden istediğimiz gibi yayıldık oturduk-yattık. Yolculukta da genel olarak sıkıntı yaşamadık. Rusya sınırı hep insanlarca Meksika sınırı gibi anıldı, ya da ben hep öyle duydum bilmiyorum. Bu yüzden bir görelim dedik. Aslında bana Rusya sınırında değil de Estonya’dan çıkarken Narva’da sıkıntı yarattılar. Yine “nerde senin vizen??” sorularına maruz kaldım ve bu seferki asker sertti, hatta çok sertti. Rusya tarafında ise çok bekleriz diye düşünüyorduk ama aksine sadece arabadan indik pasaport kontrolünden geçtik ve yola devam ettik. Sabah saat 8 sularında cidden olmamız gereken yerdeydik; Tren istasyonunda... Fakat bir terslik vardı saat sabahın 8’i izlenimini vermiyordu. Baya karanlıktı akşam 10 desem abartmış olmam. Öylece kalakaldık ortalıkta metroya nerden gideceğiz falan diye insanlara sorduk haliyle kimse konuşmadı-konuşamadı. En sonunda gençten bir çocuğa sorduk, kendisi konuşamasa da bizi metroya bizzat götürdü. Zaten sonra da metro maratonu başladı. Metro istasyonları oldukça etkileyici. Türkiye’de de yerin milyon katı altına indiğimiz oluyor tabii ama burada yürüyen merdivenin ucu görünmüyor yaklaşık 6 dakika falan iniyorsunuz neredeyse! Bu süreçte etrafına büyümüş gözlerle bakan, afallayanların turist olduklarını kolayca ayırt edebilirsinizJ


Yürüyen merdivenin başından sonu gözükmüyor...

Uzun metro yolculuğumuzun ardından buraların en işlek caddesi olan Nevsky Prospekt’e adım attık. Metro istasyonundan çıktık, artık hava biraz da aydınlanmıştı ve sağıma dönüp ilk gördüğüm manzara karşısında gözlerimin yaşardığını söylemem gerek. Mutluluğu hissettim çünkü azıcık ilerde karşımda, St.Petersburg için simgesel bir hale gelmiş olan Church of Our Savior on the Spilt Blood duruyordu. Sanki uzun zamandır ben onu bekliyormuşum gibi koştum ona resmen.. Hemen fotoğraflar çekildi, ilk gezi gerçekleştirildi. Gözlerimi alamadığım bir mimari detay şölenine sahip olan bu katedralin o tatlı minik kubbemsi yapıları bana resmen bir dondurma gibi göründü.






Belirli bir ücret karşılığında giriş yapabiliyor aynı zamanda içeride kulaklık alabiliyorsunuz. Bol bol bilgi veriliyor bu kulaklık sayesinde kafalar biraz karışıyor haliyle, detaylar oldukça fazla. Burada uzunca vakit geçirdikten sonra şehri turlamaya başlıyoruz. Amacımız hem bir bilgi merkezi bulup harita edinmek hem de oteldeki giriş saatine kadar şehrin tadını çıkarmak. Bilgi merkezlerinin adreslerini daha önce edinmiştik fakat, gittiğimiz her adreste bilgi merkezi adı altında sadece bir tabela bulunuyordu. En sonunda bir mağazadan haritamızı aldık. Bu süreç içerisinde daha sokaklar henüz aydınlanmaya başlarken karşımıza bir film seti çıktı. İnsanlar eski kıyafetlerle dolaşıyor, büyük at arabaları ve telaşlı kalabalık büyük dikkat çekiyordu... Bu çekimin hangi filme ait olduğunu ya da bir dizi mi olduğunu sanırım asla öğrenemeyeceğiz.. Ama olsun bizim için görsel bir şölen oldu diyebiliriz. 





Bunlardan sonra şehir turumuza devam ettik. Russian Museum ve etrafındaki parkları bolca turladık. Mevsim kış olmasaydı bahçeler için ayrı bir gün ayırmak gerekebilirdi. Nevsky caddesinde bir aşağı bir yukarı gezdik. Kendi elimizle koymuş gibi Hermitage’a kadar uzandık. Hermitage’a dair büyük heyecanımızı ertesi güne saklayarak St.Isaak katedralini gezmeye koyulduk. Belirli kısımları gezmek için ayrı ayrı ücret ödemeniz gerekiyor. Yaklaşık 150 ruble ile işlem tamamdır J Burada da kulaklıklar aracılığıyla bilgi alabilme şansınız var. İçeriye girdiğinizde sizi resmen ayrı bir dünya bekliyor, bir duvar sanatı-işlemeler bu kadar mı abartılır! Abartı diyorsam kötü anlamda değil aksine detaylarına bakmaktan başınızı döndürecek bir abartıdan bahsediyorum.. Gördüğünüz karşısında hayran kalmamak mümkün değil. Hem yüksek kubbesindeki detayları incelerken başınız dönüyor hem de nedense bir isteği yerine getirmiş olmanın mutluluğundan dolayı başınız dönüyor. Buradan ayrıldıktan sonra biraz dinlenme vaktimizin geldiğini düşünüp hostele gitmeye karar verdik.






St.Petersburg şehir içerisindeki heykeller, anıtlar açısından zengin denebilir. Neredeyse her meydan da karşınıza bir anıt, büst çıkması olası. İşte biz de bunlardan en ünlüsünü, bu şehrin sembolü olan Bronze Horseman büstüne rastlıyoruz. Etrafında yeni evlenmiş bir çift ve arkadaşları dans ediyorlar, votkalarını yudumlayıp eğleniyorlar. Öyle eğleniyorlar ki etraflarına da bu eğlenceyi bulaştırıyorlar resmen. Alexander Pushkin tarafından meşhur edilen bu büst, Büyük Peter’in Büyük Rusya üzerindeki etkisi ve gücünü simgelemekte.


Bronze Horseman


Rotamızı hostelin çok yakın olduğu Nevsky Caddesine çeviriyoruz. Hosteli bulmak çok fazla vaktimizi almıyor. Hiç görmeden bilmeden kalmaya karar verdiğimiz binanın karşısına geldiğimizde içimizdeki tedirginlik yüzümüze vuruyor. Binanın dış görüntüsü çok da iç açıcı durumda değil, aynı durumun binanın içerisinde de sürdüğünü görünce endişelerimiz giderek artıyor. Her çıktığımız katta biraz daha da artıyor. 4. kata geldiğimizde açılan kapı ile farklı bir dünya içerisine giriyoruz. Tedirginliğimizin dışında kalan, çok şirin rahat ve sıcak bir ortamla karşılaşıyoruz. Giriş işlemlerinden sonra odamıza yerleşiyoruz. Her odanın bir kıtayı temsil etmesi ve odalardaki her yatağın o kıtadan bir ülkeyi temsil etmesi oldukça ilgi çekici bir şey. Herkesin bir hikayesi var ve herkese bu hikayesini anlatmak için bu hostelde bir yer var.:) hostel için buraya tık :)

Biraz dinlendikten sonra tekrar dışarı çıkıyoruz ve metro ile Peter& Paul Fortress adı ile anılan Rusya’nın en ünlü tarihi hapishanesine gidiyoruz. Zayachii Ostrov adasında yer alan bu tarihi mekanda aynı zamanda Peter& Paul Katedrali, hapishane müzesi ve daha farklı kostüm, hediyelik dükkanları mevcut. Gerçekten mutlaka görülmesi gereken bir yer özellikle bizim bulunduğumuz saatte tam hava kararmaya başlamıştı ve karşımızda tüm ışıltısı ile şehir bize göz kırpıyordu. Tüm alanı gezmek için uzunca vakit harcamanız gerekir, dar zamana bırakmamak gerekir. Saat geç olduğu için biz turumuzu çok hızlı tamamlamak zorunda kaldık, ama bu kısa sürede bile çok zevk aldık. Buradan ayrılıp hava karardığı için bugünlük gezi turumuzu sonlandırmaya karar veriyoruz. Geri kalan zamanımızı Nevsky’de bulunan alışveriş mekanlarında geçirmeyi planlıyoruz. 
Metroya geri dönerken arada birkaç ağacın ardından kubbe şekli tanıdık bir yapı gözüme çarpıyor. Biraz yakına gittiğimde ise bir camii olduğunu anlıyorum. Bunca zamandır gezdiğim ülke ve şehirde camii görmemiş olduğumun farkına o anda varıyorum. Çok hoş çinilerle bezenmiş olan camii bana Bursa’da bulunan ve çok sevdiğim Yeşil Türbeyi anımsatıyor. O an adını sanını öğrenemesem de sonradan haritadan adının St.Petersburg Camii olduğunu anlıyorum. 1910 yılında tasarlanan yapı Rusya’nın en büyük camisiymiş. İçerisine girme şansım olmamasına rağmen dıştan göründüğü kadarıyla çini işçiliği ve renklerin uyumu mükemmel denilebilecek boyuttaydı.



İnternetten güzel bir fotoğraf



Bu renk şöleninin ardından biraz şaşkın ve yorgun bir şekilde Nevsky’e doğru yol aldık. Bu caddede bildiğimiz büyük markaların mağazalarının yanı sıra birçok hediyelik eşya dükkanı bulmak da mümkün. Geri kalan vaktimizi burada geçirdikten sonra bu günün yorgunluğunu çıkartmak için hostelimize gittik. Daha önce de belirttiğim gibi hiç görmeden kalmaya karar verdiğimiz bir yere göre gayet iyi ve temiz olan bu hosteli bizim gibi genç gezginlere öneririmJ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder