Evet, böyle
ani kararlarla tekrar yollara düştüm. Hem de sınavdan çıktığım gibi koşa koşa
yola düştüm.. Sınavdan bir gün önce hasta olup yolculuğuma da salya sümük çıkıyor
olmak pek de hoş değildi neyse. Uzun zamandır görmediğim kuzenimi fırsat bu
fırsat diyerek görmeye karar verdim. Aynı zamanda biraz da dinlenmiş ve bir
yerler daha görmüş olurum diye düşündüm. Eee düşündüğüm gibi iletişim sağlandı,
otobüs biletleri alındı. İlk önce Vilnius’a gidilecek oradan da otobüs
değiştirilecekti. Yolculuk yaklaşık 12 saat sürdü. Daha önce TR’ de bile
bu kadar uzun yolculuğa çıkmamıştım herhalde hatırlamıyorum. Neyse, Vilnius’a
kadar aldığım otobüs ‘Lux Lounge’ mış. Yani Nilüfer rahat hattın bi değişik
versiyonu. Otobüsün arkadan 10 koltuğunun olduğu kısım cam bir kapı ile diğer
öndeki koltuklardan ayrılıyor. Daha geniş, karşılıklı ikişer koltuklar,
aralarında geniş masalar. Ev gibi diyebilirim. Bu zamana kadar bindiğim en iyi
otobüstü hatta. Ama neden diye isyanımı duyabilirisiniz çünkü bu otobüsle
birlikteliğim sadece Vilnius’a gelene kadardı yani 4 saat.:( Bu güzel otobüse
sadece 18euro ödedim.
Vilniusta da
indiğimiz yer böyle yol üstü Panorama Alışveriş merkezi etrafta hiçbir şey yok.
O soğukta diğer otobüsü beklemece falan. Bir de ben biraz takıntılı bir insan
olduğumdan otobüsteki tuvaleti kullanmıyorum. (belki de bu çok da yersiz bi
takıntı değildir yani, düşününce.) O yüzden bu indiğim durağa yakın yerdeki
alışveriş merkezinin tuvaletlerine kadar koşmamı, otobüsü kaçırdım mı kaçıracak
mıyım telaşıma değinmiyorum bile. (öyle bi telaştı ki, değinmemiş halim bile
bu.)Neyse ki otobüs geldi, vaktinde oradaydım, kaçmadı yani. Ama bu gelen
otobüsse bi önceki neydi soruları gündeme geldi kafamda. Adı üzerinde ‘Simple
Express’ti. Gerçekten de adıyla özleşmiş, simple’ın da simple’ı diyeyim ben
size.
Yolculuk bir şekilde geçti. Yine Polonya sınırında vizen nerde sorularına maruz kaçınıldı falan. Bu seferki maalesef ızbandut gibi korkunç bi polisti o da ayrı bi olay tabii ki. Zaten sabaha karsı saat kaçta oradaydık onu da bilmiyorum. Sabah saat 07.30 gibi varacakken ben otobüs terminalin 06.30 gibi vardım. Tabii kuzenim o saatlerde uyuyordu.. Neyse belirli bi sure bekledikten sonra gelip beni aldı. Yıllar sonra görüşüyor olmak tabii ki de güzeldi. Kendisi sabahın o saatinde bile neşeli olabilen bir insandır.Yalnız kötü olan tek şey benim gibi onun da grip illetinin pençesine düşmüş olmasıydı. Eve gidip yerleştik ve öğlene kadar dinlendik. Ondan sonra da şehir merkezine doğru gezintiye çıktık.
Yolculuk bir şekilde geçti. Yine Polonya sınırında vizen nerde sorularına maruz kaçınıldı falan. Bu seferki maalesef ızbandut gibi korkunç bi polisti o da ayrı bi olay tabii ki. Zaten sabaha karsı saat kaçta oradaydık onu da bilmiyorum. Sabah saat 07.30 gibi varacakken ben otobüs terminalin 06.30 gibi vardım. Tabii kuzenim o saatlerde uyuyordu.. Neyse belirli bi sure bekledikten sonra gelip beni aldı. Yıllar sonra görüşüyor olmak tabii ki de güzeldi. Kendisi sabahın o saatinde bile neşeli olabilen bir insandır.Yalnız kötü olan tek şey benim gibi onun da grip illetinin pençesine düşmüş olmasıydı. Eve gidip yerleştik ve öğlene kadar dinlendik. Ondan sonra da şehir merkezine doğru gezintiye çıktık.
Hava Riga
kadar soğuktu. Hatta belki de aksamları biraz daha soğuktu diyebilirim.
Bugün
Bağımsızlık Günü olduğu için burada resmi tatil. O yüzden sokaklar çok
kalabalık. Riga’nın boşluğundan sonra böyle kalabalık görmek iyi geldi. Kendimi
gerçekten büyük bir şehirde hissediyor olmak tekrardan açıkçası güzel bir
histi. Bir de her köşe de gözünüzün aşina olduğu markaları görmek cidden
psikolojiye de iyi geliyor.
İlk olarak
izlenimler yüksek binalar. Bunları uzun zamandır görmediğim için haliyle
yadırgadım, merkeze doğru inerken gözüme çarpan bir diğer yapı ise Palace of
Culture and Science (Palac Kultury i Nauki) idi. Çünkü aynı yapı, kesinlikle
aynısı Riga’da da bulunuyor. Fakat Riga’daki Central Marketin o kargaşasının
ardında sönük kalıyor genelde. Buradaki ise tam ortada, dikkat çekmemesi
imkânsız. Hele bir de gece ışıklarla falan daha da imkansız. Ayrıca dikkat
çekmemesi için bir neden daha çünkü bu yapı Varsovanın en yüksek binasıymış.
Sovyet döneminden kalma Polonya’ ya bir hatıra niteliğinde olan bu binanın
içerisinde gösteriler, tiyatrolar ve sergiler düzenlenmekte. Aynı zamanda
terası ile panoramik Varsova görüntüsünü sizlere sunuyor. Tabii ki muhtemelen
kış aylarında..:)
Işıklı hali Riga'dakine on basar |
Old Town
Square Market (Rynek Starego Miasta) görülmesi gereken tatlı yerlerden biri.
Bunca zamana kadar birçok Old Town Square Market gördüm. Bu da digerlerine cok
benzerdi. Hatta belki de daha da güzeldi. Daha genişti sanki ve bulunan evler
de daha bir tatlıydı. Varşovada zaten cok cok eski yapıya rastlamak mümkün
degil, cok fazla yıkım geçirdigi için. Ama yine de burası benim Old Town Square
Market listemde ilk başta yer alabilir.
sizin için iki fotomu bir araya getirdim! :D
Buradan biraz
ilerleyip bir zamanlar gözetleme kulesi olan The Warsaw barbican denilen
yapının bulunduğu yere gittik. Burası old&new town arasında bir çizgi gibi,
turistlerin uğrak yerlerinden biri. Güneş yüzümüze güldü, biz de bir bankta
oturup onun keyfini çıkardık hava biraz daha soğuk olmasa daha da uzun zaman
geçirebilirdik orada.
Ara sokaklarda
yürüdük. Burası da diğer Avrupa şehirleri gibi sevilmeyecek bir yer değil tabii
ki… Tanıdık şeyler. Ama burada en tanıdık şey ise Fryderyk Chopin. Onun yaşanmışlıkları
Varşova sokaklarına işlenmiş. Gerek adıyla, gerekse birçok noktada bulabileceğiniz
Chopin bestesi çalan banklarda. Oturmak için ideal, müzik zevki yaşamak için
daha da ideal bence. Hem de her bankın üzerinde diğerlerinin de bulunduğu bir
rota var. Hepsini takip edip kendinizce bir Chopin turu yapabilirsiniz. Her
bankta ayrı bi Chopin bestesi dinleyerek farklı diyarlara doğru yolculuklara
çıkmanız mümkün. Eğer gerçek bi Chopin turu isterseniz bunlar da mevcut.
Buradan bilgilere ulaşılabilir.(http://www.staypoland.com/warsawtours/wchopintour.asp)
|
Ara
sokaklardan süzülüp, Monument to the Warsaw Uprising Fighters adıyla anılan
heykellerin bulunduğu noktaya geldik. Bağımsızlık günü dolayısıyla birçok yanan
kandil ve çiçek bulunuyordu. Bunu görmek etkileyiciydi. Çünkü anlam veremediğim
şeyleri tekrar tekrar düşündüm; savaş, barış, ölüm. Kesinlikle görülmeli aynı
zamanda heykeller oldukça büyük fotoğraflardakine aldanmayın.
Buradan da
ayrılıp aslında birkaç kez önünden, yakınından geçtiğimiz St. Anne's Church’un
önünden geçerek kalabalıgın arasına tekrar karıştık. Sokakların kalabalık
olması söylediğim gibi çok hoşuma gitti, özlem işte ne yaparsınız.
Burada
görülecek şeylerin birbirine yakın olması yine alışkın olduğum bir durum
sağınıza baksanız bir yer solunuza baksanız başka önemli bir yer. Benim ve
kuzenimin hastalığı bir de havanın soğuk olması belimizi büktü resmen. Gezmemiz
gereken yerlerin biraz hakkını veremedik.. Ama en azından bu durumu telafi
edebilecegim bir mekan tavsiye edebilirim size Holy Cross Church (Kosciol
Swietego Krzyza) geçin ve biraz yürüyün, Le Meridien Bristol Hotel’i
göreceksiniz tam köşede. Bristol Kafe’ye gidin güzel tatlılarından ve
kahvelerinden söyleyin bir tane kendinize. İçeriye girdiğiniz andan itibaren
zaten kendinizi cok iyi hissediyorsunuz; kafenin size sunduğu tatları
denedikten sonra daha da iyi hissedeceksiniz. güzel
atmosferini görmek için buraya tıklayın=)
Hava burada da hemen karardı tabii haliyle, alıştık artık saat 15 ten sonra akşam demeye. Ara sokaklardan arabaya doğru giderken çok tatlı bir detayla karşılaştık ki bu da Winnie-the-Pooh sokağıydı. Ulica Kubusia Puchatka sokağın Winnie-the-Pooh’dan önceki adı. Sokagın basında da bir duvarda mermerin üzerine işlenmiş Winnie ve Pigleti görmeniz mümkün. Birinci günümüzü az çok tamamladık artık eve dönebiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder