27 Kasım 2011 Pazar

St.Petersburg (2.gün)

27.11.2011
Bugün havanın bulutlu oluşu ve tüm günümüzü Hermitage Müzesini gezmek için ayırmış olmamız bence bizim için güzel bir fırsattı. Hostelden ayrılıp Nevsky’e doğru yola çıktık. Kahvaltının ardından kısa bir yürüyüş ile Hermitage’a gidecektik. Kahvaltı yaptığımız yer tamamen tesadüfle bulunmuş olsa da çok güzeldi. Nevsky’nin merkezinde bulunan Kazan Cathedral’in hemen karşısına denk gelen kitapçının üst katında olan gayet şık bir mekan olan Cafe Singer. Sadece kahvaltı için değil hafif bir yemek için de önerilebilir. Geniş bir menüye sahip olan mekan hem sakin hem de içinde bulunduğu konsept itibariyle benim için oldukça çekici. Tabii ki her zaman kitap ve kafe’nin iç içe olma durumunu sevmişimdir fakat Rusça bilseydim mekanda saatler geçirebilirdim
J

Kahvaltının ardından kısa bir yürüyüş ile Hermitage’a vardık. Yıllarca hayalini kurduğum bir yer olduğu için heyecanım içime sığmıyordu. Hem saatin erken olması hem de havanın düne göre biraz kapalı olması daha insanların tam uyanamamasına neden olmuş olacaktı ki aşırı bir kalabalık yoktu. (aşırı olmaması yani izdihamın olmamasıydı) Öğrenci kartınız varsa eğer müzeye ücretsiz olarak giriş yapabiliyorsunuz. Yoksa 400 Ruble'den vazgeçmeniz gerekecektir. :) Aynı zamanda müzeyi hemen 1-2 saatte gezemeyeceğinizi varsayarak size ağırlık yapabilecek ne kadar çok eşyanız varsa ücretsiz vestiyere bırakmanızı tavsiye ederim. Sonra saatler sürecek yolculuğunuza başlayabilirsiniz! 3 milyondan fazla eser bulunduran bu müze aslında birçok binanın birleşiminden oluşmakta. Bu yüzden gezilmesi vakit alıyor...       




Elinize aldığınız 3 katlı sergi alanlarının haritası gözünüzü korkutmasın çünkü her bir  alanda başka bir döneme gidiyorsunuz. Sibirya’dan Eski Mısır’a, Rus kültüründen, İtalyan sanatına dek çok geniş bir eser yelpazesi karşınıza çıkıyor. Ve gördüklerimi yazarak tasvir edebilmem gerçekten de boyumu aşar. Kendi gözlerinizle harikanın ne kadar harika olduğuna karar vermelisiniz bence… Pazar günleri saat 10.30-17.00 arası açık olan müzeye 11 sularında girip kapanmasına 5-10 dakika kala çıktık. Kesinlikle ama kesinlikle bir gün değil belki iki gün bile yetmez gezmeniz için. Özellikle yanınızda bir rehberle gezmeniz çok daha yararlı olacaktır.


Zengin mimariyi incelerken başınız dönebilir, dikkat!



İçeriden dışarıya bakış

Tüm günümüzü müzeye ayırdıktan sonra biraz daha şehirde gezdik. Ardından havalimanına biraz erken gidip orda da gezinmeyi planladık. Havaalanına varmak bizim için en zor olacak şeydi. Otobüsle gitmeliydik ve Rusça’nın azizliğine uğramak istemiyorduk. Neyse ki Havaalanına giden otobüslerin üzerine uçak resmi yapıştırmışlar, yoksa halimiz yamandı J Otobüse bindik, binerken “ne kadar para vericez” sorusunu sormaya çalıştık ama şoför bize geçin geçin şeklinde el hareketini yaptı. Ben de sevinmiştim ne güzel bizden para almadılar diye. Meğerse burada otobüse binerken değil inerken para veriliyormuş. Nasıl bir ters mantık anlam veremedim, böyle şeyler ancak bir Rusya’da olur dedim. (ha belki bir de Karadeniz’de J ) Pulkovo havalimanı hayatımda gördüğüm en kötü havalimanıydı sanırım. Tüm hayallerimiz yıkılmıştı, yemek yemek, gezmek, alışveriş şeklindeki tüm hayaller. Zaten tüm gezinin bu kadar yolunda gitmesinin sonucunda böyle bir aksilik olması gayet mümkündü. Bileydik baştan Pulkovo hakkında bir şeyler okurduk. Yemek yemek için hiçbir yer yoktu. Pasaport kontrolünden istediğin zaman geçemiyordun falan. Zaten geçseniz de yine bomboş bir alan sizi karşılıyordu. Zamanımızın büyük çoğunluğunu oturarak, konuşarak ve insanları izleyerek öldürdük diyebiliriz. Uçuş saati gelip çattığında içimizde ‘eve’ geri dönüyor olmanın değişik bir heyecanı vardı fakat bir yandan da buradan-rüyalarımın şehrinden ayrılmak da üzücü geliyordu. Özellikle gece ışıklarının mükemmel kıldığı şehir manzarasını ardımda bırakmak zorundayken.  


Bir gün yine aynı manzaranın tadını çıkarmak ümidiyle...


Uçuş güzel geçti belki beklediğimizden biraz uzun geldi bize. Sağ salim Riga Havaalanına indiğimizde ise şansımıza hemen bir servis kalktı ve kendimizi otelimizin olduğu şehir merkezine atma fırsatı bulduk. Servisi kullanan amca çok esprili ve konuşkan biriydi, yaşına rağmen İngilizceyi yeni öğrenmiş olması onu sürekli konuşmaya itiyordu diyebiliriz. Konuşmanın sonunda “bugün bir kadın bana bu parayı verdi, ne parası olduğunu bile bilmiyorum” dedi. Paraya uzanıp baktığımda 1 TL karşımda duruyordu.. Açıkçası şaşırmıştım. Adama bunun Türk Lirası olduğunu anlattım. Tek sorduğu şey Euro’dan daha değerli olup olmadığıydı. Tabii ki cevabı öğrenince paranın bende kalmasını istedi. Böyle gariplikler içinde merkeze geldik ve erken yılbaşı hazırlıkları çoktan Riga’da başlamıştı. Şehir ışıldıyordu… Yolculuğun ve yorgunluğun verdiği açlıkla bu saatte açık olan tek mekan olan McDonalds’ta kendimizi bulduk.. Bu güzelliklerle dolu hafta sonundan sonra yeni bir okul ve iş haftası bizi bekliyor olacaktı…



Her güzel şeyin sonu vardır...









    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder